Yaz

Sedat Ayoğlu Kimdir?

Klasik olarak kendimden bahsetmek gerekirse adım Sedat Ayoğlu. Soğuk bir kış gününde doğmuş birisi olsam da, ailem doğum tarihimi 05.05.1986 tarihinde yazdırmış olup henüz doğum tarihimin net bir bilgisini kendilerinden de öğrenebilmiş değilim. Aslen Ordu’luyum. Memleket Ordu olsa da İstanbul doğma büyüme biriyim. İstanbul’da doğmuş ve ısrarla bu kirli kentte hayatını idame ettirme çabaları içerisindeyim. Her ne kadar İstanbul’da bu yaşıma kadar büyüsem bile kanımda Karadeniz’in hırçın dalgalarının aktığını hissetmemek mümkün değil. Hatta daha da klasik olan bir söz vardır ya, ‘’Ya konu kendimi anlatmaya gelince anlatamıyorum, sen beni zamanla tanırsın yaaa’’  modundan çıkıp kendimi her yönüyle samimi olarak sizlere anlatmak istiyorum.

NE İŞ YAPIYORUM?

Mesleğim Tenis Antrenörlüğü.

Babam ve annem belli bir yaşa kadar Karadeniz’de büyümüş daha sonra bu lanetli şehre göçmeye karar vermişler. Göçmüşler ama ne elde var ne avuçta. Hani eskiden yokluk vardı diyorlar ya bizimkiler bu yokluğu bir üst kademeye çıkarıp ‘’Yokluğun Yokluğu’’ modunda bir hayat yaşamışlar. Geldiklerinde bir kilim,bir tencere seti ve yatak yorgan modunda hayatı belli bir süre yaşamışlar.

Babam anlatıyor: Biz İstanbul’a geldiğimiz zaman gökdelen yarışları yoktu,her yer yeşilliklerle doluydu. Taştan ocak yapıp üzerinde yemek pişiriyorduk. Bir gün eve ocak aldım,eve geç gelince ocağı kuramadım ve ertesi gün de gün ağarmadan inşaatın yolunu tuttum. Akşam evde ocakta yemek pişecek umuduyla gelsem de…. Annen ocağa bakmış ocak annene. Ocak yakmayı bilmediğimiz için mahalleden birisini çağırıp ocağı kurdurduk. Hikaye aslında çok. Dedim ya yokluğun yokluğunu yaşayan bir aileden geldim. Bu durumu her zaman kendimde avantaj olarak gördüm. Mesela benim ilk okulda okuma yarışmaları yapılırken ayağımdaki çizme bana her zaman hırs verirdi. O fotoğrafa baktıkça her gün hırslanır ve hayata karşı hırs yapardım.

‘’Gecekondu’dan Dünya Turuna’’ sloganından da anlaşıldığı üzere İstanbul Beşiktaş semtinde 2 katlı müstakil bir evde yaşamaktayım.  Büyüdüğüm semt İstanbul/Beşiktaş/Etiler semti. Hani tv magazin programlarında mankenlerin boy gösterdiği , +Selin Hanım eşinizin sizi aldattığı söyleniyor,ne düşünüyorsunuz? Diye spikerlerin mikrofon uzattığı, Bilmeyen,görmeyen ,yaşamayan için sanki çok büyük marifet gibi ; sırf kahve içmek için taaa İstanbul’un bir ucundan Bebek Starbucks’ta kahve içmeye gelip ,Bebek’te akıyoruz havalarını sırf insanlara ispatlamak için instagramda insanların boy gösterilerinin yapıldığı semtmiş. Ben öyle duydum.

Çanakkale Kömür Koyu

 

ÇOCUKLUĞUM

Benim bu semtle uzaktan yakından hiç ilgim bile yoktur. Biz çocukken misket oynayan, aşağı mahalle yukarı mahalle futbol maçları yapan (en son kavga çıkaran) , bisikletin arka tekerine pet şişe koyan, yaşlı teyzelerin evlere şikayete geldiği , topunuzu keserim diyen amcalardan kaçan , dut ve erik ağacını görünce ağaca çıkan (tabiri caizse ağaca dalan) , bayramlarda zenginlerin yaşadığı binalara gidip harçlık alıp o paralarla torpil ve dondurma alan, okulda top oynayıp yırtılan ayakkabının hesabını anne terliğiyle temiz bir dayak yiyip hesabını ödeyen çocuklardık… Çocukken hayata atılmak zorundaydık bize kimse yüzme öğretmedi okyanusun ortasında yüzmekten başka çaremiz yoktu. Çocukluğum okul ve tenis kortları arasında mekik dokumakla geçti.

Babam sırf ben bisikletten düşmeyeyim bana bir şey olmasın diye bana bisiklet almayınca bende arkadaşlarımın bisikletine biniyordum. (Bunu yıllar sonra itiraf etti) Hırs bu işte anneme çocukken hep dermişim; Babam bana bisiklet almadı ama ben büyüyünce motosiklet alacağım. O da bir şey mi, mahalleden herkesin arabası vardı ama bizim yoktu. Dedim ki anneme: Bu mahalleye öyle bir araba getireceğim ki o araba mahallenin en lüks arabası olacak. Tabi kafamdaki araba Şahin 5 vites. Nitekim öyle oldu yıllar sonra babam asker dönüşü bana para verdi istediğin motosikleti alabilirsin dedi. (İlk aldığım motoruma el koymuştu) Gittim motosikleti aldım ama içimde yara kalmış. Motosikleti satıp,yağmurda çalışmayan Şahin,daha sonra bir üst model, daha sonra bir üst model araba derken en son güzel bir araba aldım. Arabayı aldım ama ertesi gün ben arabaya baktım araba bana baktı. Dedim ben bunu nasıl ödeyeceğim? Neyse tenis dersleri veriyorum geceleri de saat 04:00’e kadar ek işler yapıyorum derken en sonunda güzel bir spor projesi üretip Türkiye’nin önde gelen iş adamına spor koçluğu yapmaya başladım. Taksitleri takır takır ödüyorum. Zaman zaman zorlanıyorum çünkü çalıştığım kişi maaşlarımı ödememeye başladı. Kendi kendime dedim ki; Ben bu arabayı satmam arkadaş. Geceleri ek iş olarak 03:00’e kadar moto kuryelik yaptım baktım yine para yetmiyor. Gündüzleri de halk pazarına çıkmaya başladım. Bunu yapmamın sebebi ise kışın tenis dersleri veremiyordum. Aslında işler çok iyiydi fakat burada da kelek yiyerek kapalı tenis kortumun saatlerini elimden aldılar. Artık geri dönüşü yok konuyu gurur meselesi yaptım. Bin dereden su getirdim arabanın borcunu ödedim.

 

 

Biz hayatın kaybedenler tarafındayız, doğuştan şanssız insanlarız.. Ama bunu avantaja çevirmek de pek tabii bizim elimizde. Tenis antrenörlüğümü nasıl geliştirebilirim nasıl daha iyi insanlara hizmet sunarak daha çok para kazanabilirim derdine düştüm. Hayata geriden başlasak bile nasıl durumu lehimize çevirebiliriz. Doğuştan şanssız evet , babamız zengin değil evet , babadan miras kalmayacak evet ama bu durum herşeyin sonu mu olacak? Yurt dışından kitaplar getirmek zorunda kaldım. Çünkü okumam gereken Türkçe kaynaklar bitmişti. Böyle böyle derken en sonunda hem bilgiye hem de başarıya aç birisi olarak kendimi geliştirmekten başka çarem yoktu.

Kasedi biraz geri saracak olursak, bizim evin tam karşısına spor sahaları yapılmıştı. Oradan bir hoca dışarıya kaçan tenis topunu istemesiyle başlayan macera tenis antrenörlüğüne kadar uzandı. Tenis hocalarının toplarını topluyor,yardımcılığını yapıyorduk. Yıllar içerisinde sabah akşam tenis oynayarak kendimizi arkadaşlarla birlikte geliştirip Londra’dan gelen yabancı bir hocanın tenis takımında oynamaya başladık. Bu bizim için çok büyük nimet olsa da evdekiler bu durumu sıcak bakmadılar. O zamanlar okuldan gelir gelmez ödevlerimizi yapıyor sonra harçlık kazanmak için tenis toplarını topluyor ve aynı zamanda yabancı bir takımda tek kelime İngilizce bilmeden tenis oynuyorduk.  Ufak bir sorun vardı ayağımızda ne spor ayakkabı vardı ne de tenis raketimiz. Hatta ben tenis oynadığımız aletin raket olduğunu da 1 yıl sonra öğrenmişimdir. Hemen harçlıkları biriktirmeye başladık hatta eve yalan söyleyip eve az para veriyorduk. Çünkü alınması gereken bir tenis raketi ve spor ayakkabısı vardı. Ayağımızda zamanın modası olan corcuk ayakkabılarla oynanmasına izin verilmiyordu.

Yıllar yılları kovaladı tenis kulübü yıkılıp başka bir yere taşınınca artık bende geri dönüşüm olmayınca evdekilere atar yaparak (Allah affetsin) yatağı yorganı alıp kulüpte yatıp kalkmaya başladım. Sabahları 05:30’da kalkıyor,4 tane koskocaman tenis kortunu süpürüyor, çayı demliyor ve çimleri de suladıktan sonra okulun yolunu tutuyordum. Buraya kadar çok anlatacak çok şeylerim de var ben bazı yerleri pas geçtim.

GEZMEYE MERAKIM NASIL BAŞLADI?

Sorunlu bir çocuk olduğumu kabul ediyorum. Hep yaramazlıklarla geçen çocukluğum çevre semtlere kafa arkadaşlarla birlikte çok küçükken kaçmakla devam etti. Ailemize haber vermeden komşularımızın çalıştığı dükkanları görmeye uzağa kaçıyorduk. Sonra bu olay daha da büyüdü ve biz daha uzaklara gitmeye başladık ve yeni yerler gördükçe daha da uzaklaşmaya başladık…

Daha da sorunlu ergenlik dönemi başlamasıyla birlikte gezmeye olan merakımda iyiden iyiye artmıştı. O yaşlarda sevdiğimiz kızların semti olan Bayrampaşa , Gaziosmanpaşa ve Taksim dolaylarında gece gündüz geziniyorduk hatta parklarda yatıyorduk. Baktık cebimize para da giriyor. Artık hocaların yardımcılığı boyutunu ilerletip insanlara tenis partnerliği yaparak para kazanmaya başladık. Özgürlük için lazım olan tek şey paraydı. Sonuçta o zamanlar hiç sorumluluğumuz yoktu. Hayaller kurmaya başladık bir tane motosikletimiz olsun benzin bitene kadar gezeriz ve bu sayede hiç canımız sıkılmaz diyorduk.

Bir tane sevdiğim kız yaz tatilinde Çanakkale Saros Fatma Kadın Koyu yakınlarında ailesinin yazlığına gidince, ben de peşinden gitmeliyim dedim. Tabi o zamanlar pek bir delikanlıyız ve deli gibi aşığız. Gidelim de para yok pul yok. Benim maaş iki yüz elli milyon ama yetmez. Bütün tenis kortlarını boyama , tenis direklerini boyama ve ekstra mesailerle birlikte kazanmış olduğum parayla hayatımın ilk kamp tecrübesini 16 yaşımda yaşamış oldum. Yanımdaki arkadaşa gider miyiz gideriz? Nerde kalırız? Gerekirse sahilde yatarız falan derken jandarmanın bizi gece yarısı kaldırmasıyla çareyi kamp alanında bulduk. Tabi çok korkuyoruz yılan gelir mi? Böcek olur mu? Belli bir süre Çanakkale’de kaldıktan sonra orada garsonluk yapıp hayatımızı idame ettirdik. İstanbul’a geldiğimizde ise yeniden yollara çıkmak için para biriktirmeye başladık. Uzun süre ortalarda olmadığımız için hem iş yerinden hem de aileden sağlam fırça yesek de bizim aklımız Çanakkale’de kalmıştı ve yine gittik.

Taksitle mahalle büyüklerinden birisinin üzerine motosiklet alarak bu sefer motosiklet ile gezmeye başladık. İlk motorum Ramzey marka çin malı motordu. Daha büyüğünü alıp şehirler arası gezme hayalleriyle yine çin malı Çelik marka büyük motor aldık. Düştük Çanakkale yollarına… Hatta İstanbul’a gelirken motorumuz arıza yapıp yollarda kalmıştı. (Bu arada bende ehliyet yoktu hatta ehliyetsiz motor kullanmaktan 2 tane de ceza yemiştim + promosyon olarak ailenin fırçasını)

Bu arada okula devamsızlık boyutu İstanbul’da rekor kırmıştı ama bu o aralar umrumda bile değildi. Başka bir kız arkadaşımla birlikte ilk İzmir ( Selçuk,Efes,Şirince) ve Kuşadası maceram oralara gittiğimde hep gözümde canlanır. O ilk heyecanımı şu an bile iliklerime kadar hissedebiliyorum. Kuşadası Kalesi karşısında 30 TL’ye her şey dahil otelde kalışımız hiç çıkmıyor aklımdan. Sadece buralar değil İstanbul’un her semtini her bölgesini gezmelerimiz. Sırf macera olsun diye Bolu Gerede’de balık tutup soğuktan titreyerek uyuduğumuz günler (Ağustos ayında) Sırf macera olsun diye Tekirdağ’a köfte yemeye gidişimiz…. Bunun gibi yüzlerce örnekle saçma sapan hayat yaşayıp aşırı mutlu olduğumuz günlerle geçti en deli dönemlerim.

 

Ukrayna Aşk Tüneli

 

BAŞKA NELER YAPTIM?

Kimi insanlar verdikçe kimileri ise aldıkça mutlu oluyormuş. Kendimi bir sınıfa ait hissetmesem de sanırım ben paylaştıkça mutlu olan insanlardanım. Sanırım bu durum aileden genetik olarak bana geçmiş. Gecenin bir körü evde otururken internette gördüğüm bir haber beni çok derinden etkilemişti. Parası olmadığı için kanserden ölen genç bir bebek.. Hani derler ya fakirin bebeğinin içemediği sütü zenginin köpeği içtikçe bana adaletten bahsetmeyin diye. O bebeği görünce içim gitti. Kanser hastalığını az biraz araştırıp ben de bir şeyler yapabilirim diye bakınırken internette üyesi olduğum bir iş ağı platformunda bu konuyu paylaştım. Kanser hastaları için insanları desteğe çağırdım. Benim param yok ama insanları bir araya toplarım,hastanelere doktorlarla konuşmaya giderim bir işe yararım. Belki birilerinin yüzünü güldürürüz umuduyla İstanbul’daki tüm hastanelerde etkinlikler düzenledik. Grubumuz çoğaldıkça iyi niyet göstergesi içindeki insan sayısında azalma da oldu ve başkanlığını yaptığım etkinlikleri başka bir arkadaşa devrettim. Detaylar için burayı tıklayın.

Aradan yıllar geçti tenis sektöründen Lösemili Çocuklara Yardım edelim diye çağrıda bulundum. 2 defa insanların kendine bundan pay çıkarmasından ve kendileri organize etmiş gibi insanlara lanse etmesinden rahatsız olup (Böylesine hassas bir konuda bile insanların kendisine pay çıkarmasından rahatsızlık duydum) bir daha etkinlik yapmaktan vazgeçtim. Daha sonra Soma’daki ailelere etkinlik yaptım ama burada bile sorunlar çıkaran tipler olunca bu işlere uzun bir süre verdim. Akşam gazetesinin haberi için  buraya tıklayın.

Yapılan iyilik dile gelmez sözünü sonuna kadar destekliyorum. Bu konudan bahsetmemin sebebi ise siteyi de aynı zamanda bu amaçla kurmuş olmam. Detaylara Site Hakkında kısmından ulaşabilirsiniz.

SİTEDEKİ İÇERİKLER HAKKINDA

Tam tamına 4 defa schengen vizesi başvurusu yapıp, 4 farklı ülkeden vize reddi yedim. En son Yunanistan Konsolosluğu kendimi sigortalı olarak gösterdiğim iş yerini aradı hatta aynı gün beni de arayarak Ssk hizmet dökümanımı kodlu şekilde isteyince bu sefer oldu derken yine red yedim. Ben de gidemediğim schengen ülkelerini yani Avrupa kıtası ülkelerini yazmaya ve yazdırmaya karar verdim. Benim kendi gözlemim; Türkiye’de bazı gezginler kendi gitmediği yerleri kendi gitmiş gibi anlatıp stok sitelerden fotoğraf ekliyorlar. Bunu görünce ben insanlara yalan söyleyip onlara gitmediğim yerler hakkında kendim gitmiş gibi bilgiler aktaramam dedim. Sonuç olarak, gitmek istediğim ülkelere şansımı sonuna kadar zorlamışım ve takıldığım tek engel VİZELER! Amacım insanlara tüm dünya ülkeleri hakkında bilgi vermek olduğu için bu yazıların bazılarını kendim yazmayı bazılarını da ücretli bir şekilde yazdırmayı uygun gördüm. Fotoğrafı da telif hakkı olmayan stok sitelerinden çektik. Bilginize...

KENDİMİ VE HAYATI TANIMAM 27 YIL SÜRDÜ

Yıllar yılları kovaladı… Kime inansak , kime güvensek , kimi dost bilsek hep bize yamuk yapıldı. Bizim de vardır elbet hatalarımız. Eee tabi en zor tecrübe de hayatı yaşayarak öğrenmek değil mi? 27 yaşıma kadar hayatı çok iyi yaşadığımı düşünürken, hayatımın artık sürekli kendini tekrar ettiğini, sürekli enayi yerine koyulduğumu ve bencil olmayı öğrenemediğimi, insanlara HAYIR diyemediğimi , kandırılan hep ben olduğumu öğrenmem işte 27 yıl sürmüş. Bu hayatı öğrendiğim ve tecrübe sahibi birisi olduğum anlamına gelmiyor. Sadece ne kadar aptal olduğumu anlamamın 27 yıl sürdüğünden bahsediyorum.

NEDEN 27 YIL

İnsan hayatın içindeyken pek anlayamıyor olayları… Tıpkı duvarın dibindeyken fotoğrafın bütününü göremediği gibi… Yüzüne güleni dost sanıyor çünkü herkesi kendisi gibi biliyor. Depresif ya da bunalım modunda yazmıyorum sakın yanlış anlamayın. 27 yaşımda doğum günüme az bir süre kala ciddi bir ihanete uğradım. Hani herkesin hayatında vardır ya dönüm noktası. Sanırım benim dönüm noktam da o an oldu. Ama işte insan ne kadar ihanete uğrarsa uğrasın , ne kadar kötülük görürse görsün eğer karakterinde ve mayasında kötülük yapmak yoksa başkasına bunları yapamıyor. İnsanlar bana hep bencil ol derlerdi. Ama esas sorun şuydu ki: Ben nasıl bencil olacağımı bilmiyordum. Marifet ister tıpkı profesyonel olarak yalan söyleme sanatı gibi ya da doğuştan bazı karakteristik özelliklerinin olması gerekiyor.

27 YIL SONRA

Hayat bana 2 seçenek sundu. Hayat savaşını kazanmak için ya bende herkes gibi menfaatçi ve bencil olacaktım ya da insanlarda uzakta bir hayat seçecektim. İlkini yapamazdım çünkü kırılan insan bir başkasını üzdüğü zaman o insanın neler hissedeceğini çok iyi bilir. Ne kadar kötülük görürse görsün bir insan ‘’İlahi adalet’’ faktörü vardı. Adalet zenginden yana olsa da ölüm tarafsız ve bir gün yapılanların hesabı verilecek. İnsanlarla başa çıkamıyordum herkes yalan söylemeyi ve sahtekarlığı o kadar güzel oynuyorlar ki ben kimin dürüst kimin dürüst olmadığını anlamakta artık zorlanıyordum. (Şu an bile kimin iyi niyetli olup olmadığını anlayamıyorum)

Benim ikinci seçeneği yaşamaktan başka çarem yoktu. İnsanlar beni kullanıyor ve işleri bittiği zaman artık arayıp sormuyorlardı. Bu durum beni en çok kahreden olay haline gelince ben de yalnız olmayı tercih ettim. O aralar kendimi alkole verip her gece içmeden uyuyamayınca en sonunda alkolden ehliyeti de kaptırdım. Bir gün bir gece sabaha kadar balkonda 2 paket sigarayı da bitirdim. Hayat devam ediyor ve benim kendi yolumu çizmem gerekiyordu. ‘’İnsansız hava sahası’’ ve ‘’Yalnızlık’’ felsefesini sevmeye başladım. Bu durum beni çok mutlu etmişti. Huzura ermiş ve kafa rahat bir şekilde hayatıma devam ediyorum. Aslında düşündüğüm zaman bu yaşıma kadar zaten yalnız olduğumu fark ettim. Sadece işi düşen ve işine yarayacağım insanlarla bir aradaymışım, en zor günlerimde ise yine tek başımaymışım.

Eğer başıma bir şey gelirse bunun yine sorumlusu benim. Tek başıma olmanın hep avantajlı yanını görüyorum. Hata yapmak gibi bir lüksüm olmadığı gibi hata yaparsam bunun tek sorumlusu da benim. Başkalarının hatalarını da örtmek zorunda değilim. Öte yandan kimseye bağlı olmadan o an canım ne isterse yapmakla meşgul olup nasıl kendimi geliştirebilirim yolunu izliyorum. Tabi bu sistemi oturtmak kolay olmadı. İlk bir yıl arayan eski arkadaşlarım benim sürekli değiştiğimden bahsettiler çünkü artık onların isteklerini yerine getirmiyordum. Uzaktan olayları ve insanları izledikçe bütün taşları yerine oturtabiliyordum.

YOLDA OLMAYI SEVİYORUM

Kendimi en iyi hissettiğim yer hep tek başıma yollarda olmak oluyor. Dilini bilmediğin insanlarla aynı kafede kahve içmek keyfi gibisi yok. Ya da aynı otobüste diğer yabancı insanların ne konuştuğunu da anlamıyorsun bazen… Kim kimin ardından neler saydırıyor? Kim kimin kuyusunu kazıyor bunlara anlam vermiyorsun. Yollara tek çıktığın zaman ihaneti , takım elbise içine saklanmış kirli insan müsvettelerini ya da sırf parasıyla cahilliğini örtmeye çalışan yaşayan ölüleri görmüyorsun. Yollar seni dinlemeden eleştirmiyor ya da son kelimene kadar dinliyorlar. Sabah iş stresi , kaçta yatıp kaçta kalkacağının hiçbir önemi olmuyor. Ben yolda olmayı tedavi yöntemi olarak görüyorum. Kendime yolculuk olarak adlandırıyorum seyahat etmeyi. Ne zaman yolda olsam hep kendime bir şeyler katıyorum. Sadece gezip görmekten ziyade bir meydanda oturup insanları izlemek bile keyif veriyor. Uzun otobüs ve tren yolculukları da beni mutlu etmeye yetiyor.

İNSANLARDAN SIKILDIM

Bu sözlerim için özür dilerim. O kadar çok zengin gördüm ki ihanete uğradığı halde sırf mal varlığı ikiye bölünmesin diye boşanmayan , sırf parası var diye aralarında ciddi yaş farkı oldukları halde evlenen , sonradan görme olup yanındaki çalışanların hakkına gasp eden , empati yoksunu insanlar.. Gördüklerim , yaşadıklarım ve şu anda hissettiklerim bana sadece buradan git diyor. Amacım sadece tüm dünya ülkelerini gezmek. Gezmekten de öte hayallerim var hatta. Bir daha dönmemek üzere buralardan gitmek ve inanın tüm paramı gezmeye harcıyorum. Zengin düşmanı değilim kimsenin parası beni ilgilendirmiyor Allah daha çok versin. Hani hepimiz zengin olmayı hayal ederiz ya heh işte ben o insanların içinde büyüdüm ve ekmeklerini yedim. Benim anlatmak istediğim bir insan 2 şey için yaşar ‘’Onur ve Gurur’’ eğer bu ikisi yoksa zaten nabzının atmasının da pek bir önemi yoktur.

İnsanların dağ gibi egolarından,kaprislerinden, cahilliklerinden ,dedikodularından, ihtiraslarından ve her şeyden sıkıldım.

KAPİTALİST SİSTEMİ REDDEDİYORUM

Birileri demiş ki, bak güzel kardeşim önce güzelce üniversiteni oku. Sonra güzel bir işe gir. Evlen çoluk çocuk sahibi ol. Ev al,araba al,yazlık al ve çocuklarını da okut askere gönder sonra onlara da ev al.

Evliliğe asla karşı değilim. Dünyanın en güzel mutluluk tablosu bu olsa gerek. Fakat birileri bize öyle bir yol çizmiş ki hayatımız boyunca evimiz,arabamız,yazlığımız olmadan mutlu olamayacağımıza inandırmış. Ben bu sistemi reddediyorum. Kirada oturanlar mutlu olamazlar mı? Neden Iphone 7s Plus 128 Gb olmadan mutlu olamayacak mışım? Neden en son çıkan modaya ayak uydurmadan sokağa çıkamayacak mışım? Neden birileri daha selam vermeden önce benim önce üzerimdeki kıyafetlerin markalarını inceliyor.

Kısaca:

Ben hayatta kendimi yendim, insanlığın en büyük düşmanı olan egomu yendim, hırslarımı yendim.. Girip çıkmadığım hiçbir lüks mekan kalmadı, mutlu olmak için denemediğim yol kalmadı, insana endeksli bir mutluluk genelde geçici olduğu için, hayatımın tüm planlarını gezmeye göre programlıyorum. Bana göre mutluluk bulunmaz inşaa edilir ve ben gezi planları yapıp bunları bloğumda paylaşmaktan çok mutlu oluyorum.

A
B
F
G
H
İ
K
M
R
S
T
U
A
B
Ç
D
E
F
G
H
I
İ
J
K
L
M
N
O
P
R
S
Ş
T
Ü
V
Z